15 Nisan 2011 Cuma

Sen ve Kitap İki Dost

Hastalıklarımız birleşince kuzucukla topladık valizi uçtuk dedeye. Bir tek dede değildi bizi bekleyen ama itiraf edeyim sanırım biz en çok dedeyi özlemiştik. Hem de denk geldi teyze, dayı, kuzen şöyle kalabalık bir aileyle 2. yaş günümüzü kutladık. Gerçi senin o mızmız çekilmez hastalık döneminle anne kıskançlığı birleşince sürekli bir zırıltıya dönüştü kahkahaların ama bana çok iyi geldi baharı Urfa’da birkaç günlüğüne de olsa yaşamak. Kreşimi arıyordun, babamı mı bilemiyorum ama her gün anne eve diye sızlandın, olmadık her şeye çığlıklar atarak ağladın. Hele birde teyzenler ve dayınlar başka kuzenleri sevecek olunca hüzünlü bir yüz ifadesiyle bakıp sonrasında attığın hıçkırıklar.
Bloga yazmaya başladığımdan beri ne zaman bir şeyler anlatacak olsam baktım ki hep bahara ve Urfa’ya gitmiş yazıların sonu. Sanırım mutluluk benim için hep orda bir yerde kalmış. Küçük bir kız çocuğunun mahzun bakışlarının gölgelediği kitap sayfalarının arasında. Uzun süredir kaybolmadım kitap sayfalarındaki büyülü masalların, derin fikirlerin arasında. Şu sıralar sadece internetten okuyabiliyorum. Ama nette okurken kâğıt kokusunu içime çekemediğimden midir nedir, hiçbir sayfa ve yazı kitaptaki gibi olmuyor. Kitaptaki karakterlerinin yerine koyup kendimi “suç ve cezadaki” Raskolnikov gibi tavan arasında küf kokularının arasında kitap okuyor gibi hissetmiyorum kendimi. Ya da Orhan Pamuk’un kitaplarındaki İstanbul’un dar ve karanlık arka sokaklarında yürüyen ben değilim nette.
Kitaplar benim sığınağımdı. Gerçek hayatta yaşadığım sorunlardan kaçış durağım düşünmek istemediğim birçok şeyi bertaraf ederek zihnimi oyalayan yoldaşım. Bu yüzden öğrencilik hayatımda Ankara’da sadece kitapevlerinin adresini biliyorum. Kış günü sıcak çay buğusu gibi özledim oraları. Kitapları karıştırıp yeni kitaplar bulmayı, sahaflarda kim bilir hangi nedenle elden çıkarılmış benim olması için heyecanlandığım eski dostlarımı. Şimdi yer bulamadığım için balkonda kolilerde bekleyen yoldaşlarım. Anlam veremediğim çıkarcı, hesapçı insanlar gibi değilsiniz siz. Derdinizi de sevincinizi de paylaştığınızda sonunuz ne olacağını düşünmek zorunda olmadığınız. Aşık Veysel’in kara toprak gibi benimde can dostum kitaplar. Umarım sende seversin kitapları kuzucum. Umarım sende insanların kara yüzleriyle tanışmak zorunda kalmadan kitap dostu olursun.
Kitaplardan uzaklaşmaya başladığımdan beridir içimde geçmeyen bir sıkıntı var artık. Eskiden beridir hayata olumlu yönleriyle bakabilen pozitif biri olamadım maalesef. En mutlu anlarımda bile içimde hep buruk bir hüzün oldu daim. Müslüman olmak hep mütehazzin olmak gibiydi sanki. Hani bir yerlerde zulüm gören kardeşlerin, işgal edilen ülkelerin, öldürülen bebelerin hepsi senin canın senin parçan… Boğazında lokmaların düğümlenmeden geçebiliyorsa Afrikalı aç kardeşlerini düşünmeden, süslenip püslenip gezebiliyorsam Filistin’deki çocukları düşünmeden vicdanım nasıl susacaktı? Yastığa başımı koyduğumda nasıl uyuyabilecektim deliksiz düşünmeden. Ne kadar değiştim kızım senden sonra. Sana bu kadar anlam yüklemek korkutuyor beni. Şimdi senin bir kahkahanla geçiyor tüm hüznüm. Seninle oynarken ne sıkıntım kalıyor yüreğimde ne de coğrafya üzerindeki zulümler aklımda.
Ama sen yokken yanımda ölen her bebekte senin acınmış gibi kanıyor yüreğim, engelleyemeden akıyor gözyaşlarım. Daha bir yaralıyor annesiz kalmış bebekler, bebeğini kaybetmiş anneler dimağımı. Saçının teline rüzgâr dokunmasın diye sarıp sarmalarken ben seni; unutuyoruz kardeşlerini, kardeşlerimizi. Hatırlayıpta sadece kahırlanmak yerine ellerinden tutmak sarılıp acılarını paylaşmak istiyorum ama eksik ve günahlı dudaklarımdan dökülen dualarım hariç varamıyorum hiçbirine. Şimdi kitaplarımın yerine sana kaçıyorum efkârımı dağıtmaya. Rahman Seni bana fitne değil, rahmet yapsın inşallah asudem. Namazlarıma, hayırlarıma, dualarıma engel değil de yüreğime rahmet yaysın senin sevgin sayesinde.