Uzun bir süredir post giremedim bloğuma. Tembellik ya da vakitsizlikten
değil de beklenmedik bebişin haberini atlatalım derken durağan geçen
günlerde yazmakta gelmedi içimden açıkçası. Ya da bahar görünümünde
yazın verdiği huzurdu bana her şeye hoşgörüyle yaklaşmayı başartan.
Şimdiyse yağmur yüklü bulutlarla gelen hüzün
mevsimi sonbahar karışımı flulaşmış kışlar geçiyor ömrümden. Önce bir
sürü anne evladı askerimizin öldürülüşü… Birileri öldürürken sessizce
seyirci kalan birilerinin katilliliğini atlatamadan henüz depremin acısı
çöreklendi yüreğime. Günlerce kilitlendim tv ve haber sitelerine bir
umut daha çıkar mı enkazdan, bir azra bebek daha gelir mi dünyaya diye.
Ne iş, ne ev, ne çocuk umursamadan beynimi sadece vana kanalize edip
sessizce akıttım gözyaşlarımı ölen tüm bebekler, anneler, kardeşler,
eşler için.
Ben bir haber peşinde beklerken günleri
hiç tanımadığım bana dünya görüşü olarakta mesafeler olarakta çok uzak
insanların ne kadarda yakın olduklarını anne olunca ne kadar da benzer
olduklarını fark ettim . Oysa kardeş bildiğim aynı secdeye baş koyduğum
çevremdeki insanlarınsa ne kadar da suni şeylerle hala ilgilenebiliyor
olması hayata rutin devam ediyor olabilmelerine de daha da üzüldüm Ben
hala insanlığı baştaki örtüde ya da ne bileyim kendi ibadetini yapıyor
olmasında arıyorum demek ki. Hala hafsalamda oluşan “öteki” kavramını
içselleştirmenin bedelini ödüyorum demek ki…Bu kadar çok aldatılmışken,
gözümün içine baka baka bu kadar çok hıyanete uğrayabilmişken hala bir
umut ışığı arıyorum . Sanki enkazın içerisinden bir umut diye “azra
bebek” çıkacakmış gibi arkadaşlarımın gözlerinde merhamet, adalet,
insanlık arıyorum. Depremle birlikte son model başörtülerinden, etek,
ceket kreasyonlarından konuşmalarını değil de merhamet adına insanlık
adına bir şeyler yapmalarını bekliyorum.
Henüz hala atamadım insanların çığlıklarını
kulaklarımdan. Sanki üşüyen her çocukta ben hastalanıyorum, el
uzatılmayan karanlıktaki her canlı yapışacak yakama nerdeydin diye.
Geceleri uyuyamıyorum, zorla ilaçlarla uyuduğumda uykularım bölünüyor
kâbuslardan. Küçük meleğim fark etmiş sürekli ağlamalarımı ruh halimi
teselli ediyor beni “anne üsülme depyem olursa ben düşmem tamam mı, hem
ben didcem ordaki bebeklere mama verecem”diye. Dün akşamdan beride
ateşler içinde yapışmış kollarıma “anne işe ditme beni de götür diye”
Küçük meleğim benim, seni “bir bitki gibi
güzel yetiştirmeye” (Ali İmran 37) çalıştım. Ama keşke bu kadar naif ve
nazlı olmasaydın. Şimdi ben incitirim diye koklayarak öperken seni bir
başkası hoyratça incitirse canını. Bu kadar flulaşmış bir ortamda benim
gibi tanıyamazsa insanları nasıl da incitirler kim bilir nazlı bitkimi?
Enkazlar altında bebeğini korumak için çırpınan
anne gibi, bombanın üstüne hiç tereddüt etmeden atlayan Hatice Anne
gibi elimden geleni yaparım da ben yoksam ve sen yalnızsan… Seni
Alemlerin Rabbine emanet edebilirim ancak. Gerek cinden ve gerekse
insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese veren o sinsi
vesvesecinin şerrinden insanların Rabbi, yegâne halikı, mâliki ve
mâ’budu olan Allah (celle celal)’a emanet …Yarattığı şeylerin şerrinden,
karanlığı çöken gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen nefeslerin
şerrinden, hasedini açıklayan ve hasediyle hareket eden hasetçinin
şerrinden, sabahın Rabbine …(Nas ve Felak Süreleri)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder