23 Mart 2011 Çarşamba

Baharı Beklerken...

Baharı neden bu kadar seviyorum anlamam. Oysa her tarafından alerji fışkırarak hapşırıklarla yaşayan bir alerjen olarak bahar hep çekilmez olmuştur bana. Sadece hapşırık olsa neyse de üstüne geçmeyen baş ağrıları, kıpkırmızı her an sulu gözler… Sabahları yorgunluktan uyanamama sürekli bir mayışıklık uyku hali. Bahar yinede güzel ve benim her şeye rağmen en sevdiğim mevsim kalacak.
Papatya mevsimi olduğu için belki. Eskiden heyecanla kendimi kırlara salar saatlerce papatya, gelincik envai çeşit çiçekler toplar, taç yapardım saçlarıma. Çiçeklere düşkünlüğümü çevremdeki herkes bilirdi. Evinin çatısı toprak dam olan komşu Fatma Teyze bahar gelince damlarından papatya toplamaya çağırırdı beni. Hele birde köye gidince üzüm bağımıza komşu teyze deste deste rengârenk güller çiçekler demetlerdi bana. Hatta bu çiçek toplama sevdam yüzünden hiç unutmam bayramlık denizci kıyafetlerimde gelincikler yüzünden kıpkırmızı lekeler olmuş ve sadece bir defa giyebilmiştim.
Şehirdeki evimizde baharda şenlenir renklenirdi. Arkadaşlarımın kuraklıktan yeşilsizlikten çöl diye andığı Urfa benim zihnimde dünyanın en yeşil en güzel şehri olarak bu yüzden kalmıştır dimağımda. Hz. İbrahim’im atıldığı ateşin dönüştüğü gülbahçesi birde… Rengârenk, dünyanın birçok yerinden yediveren güller ekilir Hz. İbrahim makamına. Babamda baharlarda dergâhın bahçıvanından gelen her yeni gülfidanından alır saksılara ekerdi. Küçük iki odalı avlulu bir evimiz vardı . Tüm avluyu ve damı rengarenk envai çeşit çiçek saksılarıyla doldurmuştu babam. (Bilmeyenler için bu arada Urfa’da evlerde çatı yoktur, odaların üstü 1-2 metre yükseklikte çevrilerek beton yapılır. İşte buna dam denir. )Annemler köye tarla, bağ, bahçe işleri için gittiğinde çiçeklerin bakımı bana bırakılırdı. Kurak yaz sıcaklığında şimdiki gibi gürül gürül akan çeşmelerimiz yoktu. Sabahları günde iki saat musluklardan su akardı ve biz her sabah erkenden kalkar yüzlerce saksıya  tek tek su verirdik. Biraz meşakkatliydi ama bahar gelince açan rengârenk çiçeklerle evin içindeki o ıtırlı kokuya değiyordu fazlasıyla.
Bizim ailenin de nerdeyse yarısı baharda doğmuş. E tabi canım kızım Asude ve sevgili eşimde benim gibi bahar çocuğu. Bu kadar neden sanırım yeterli alerjen birinin bahara tutkun olmasına. Bahar henüz İstanbul’a gelmedi Maalesef. Gülhane’deki laleler, Fethipaşa ve Emirgandaki erguvanlar… Hele bir ısınsın hava kuzucuk elele tutuşup birlikte koklayacağız tüm çiçekleri.

14 Mart 2011 Pazartesi

İstanbul’da beklenen kar

İstanbul’a kar yağıyor usul usul. Önce bir savuruyor her yeri örteceksine biraz sonra durulup izlemeye başlıyor insanlardaki telaşı. Etrafımdaki herkes dualar ediyor Allahım şu kar artsında beyazlara bürünsün her yer diye.
Karı da yağmuru da evde pencereden izlerken seviyorum ben çalışırken işte değil. İstanbul’da geçirdiğim ilk kışta kar nedeniyle kayıp kolumu kırmamın etkisi var mı bu düşüncemde bilemiyorum. Tabi birde kartopu oynamadaki beceriksizliğim de olabilir. Ama bu sefer seninle kartopu oynamayı bende bekliyorum dört gözle.
 Geçen yıl babacık askerdeyken yağmıştı kar Kuzucuk sen hastaydın, hastane çıkışı arabaya binene kadarki 2–3 metrelik mesafede karı fark etmiş heyecanla çığlıklar atıp tutmaya çalışmıştın. Ne zor günlerdi bizim için, dedecik varken pek bir mutluydun ama birer birer gidince anneanne, dayı, dede. Üstüne de kuralcı otoriter yaşlı bakıcı. Hiçbir şey geri getirmeyecek senin o en çok sevgiye ve şefkate muhtaç olduğun zamanları. Hiçbir şey henüz 6-7 aylık küçük bir bebekken bile “anne del, anne del” diye telefonda ağlayarak beni çağırışlarını.
Modern dünyanın çıkmazları bunlar annecim. Yıllarca okuyup büyük adam olarak dahi çocuklar yetiştireceğiz diye çalışır, sonrada bebeklerimizi cahil insanlara teslim ederiz. Para kazanmak için durmadan çalışır, kuzucuklarımızı komünist rejim gibi anaokullarına, kreşlere bırakır; sonrasında da bozulan beden ve ruh  sistemini düzeltmek için kazandığımız paranın da fazlasını harcarız. Bir de ekleriz her lafımızın ardına. Bu devrin çocuklarında var bir acayiplik saygı bilmezler söz dinlemezler diye. Bu devrin çocukları çok şanslısınız ne de olsa. Ne isteseniz alınır, bizim gibi abladan kalma eski önlükler eski kıyafetlere büyümüyorsunuz siz. Yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda ya. En pahalı en iyi hastaneler emrinizde.
Benim çocuğum değil de benim kardeşim olarak gelseydin dünyaya keşke. Teyze, dayı, hala, amca, dede, nine bunlar senin için bayramdan bayrama duyacağın sadece telefonlarda anımsayacağın kavramlar olmasaydı keşke. Hiç tanımadığın asık suratlı bakıcılar, kimsesizler yurdu gibi kreşlerde değil de özgür sokaklarımızda oynayarak büyütebilseydim seni keşke annem. Açlığını, susuzluğunu, uykunu her şeyini ağlamadan yüz ifadenden hemen anlayıp o ilk zamanlardaki gibi anne gibi karşılayabilseydim keşke. Şimdi istediğin her şey için çığlıklar atmaz zorundasın. Kızmıyorum sana annecim, biliyorum nedenini. Bildiğim için uzun uzun anlatıyorum sana “anladın mı annem” diyorum , “annadım anne “ diyorsun.
 Tam bir oyun kedisi oldun bu aralar. Sürekli bir yerlere tırmanma bir yerlerden atlama. Her defasında da annenin ellerinden güç bularak “hop” yapıyorsun kucağıma. Geçti o kara ve soğuk günler pıtırcığım. Ben geçti sanıyorum galiba uykuya dalışlarını zorlaştırması, uyumaktan korkman hariç sende geçti diyodun bana oyunlarınla, kahkahalarınla. Ama dün gece neden uyumuyorsun kızım dediğimde “anne baba ditti” diye ağlayınca birkaç kış birkaç bahar daha geçmesi gerekmiş sanırım o kara kışı unutmaya.

6 Mart 2011 Pazar

Mübarek Cuma

Yine sıkıcı bir işgünü. Çalışmaya başlamak için tam bir saat gazetenin nerdeyse ilanlar hanesini bile okudum. O kadar uzattım ki işi şu an hala önümde okumak için bekleyen bölümleri duruyor.
Tamda bugün işyerlerindeki mobing üzerinde yazmaya karar vermişken evliliklerle ilgili bir anket çalışmasına yardımcı olmak üzere başlıyorum ankete. Allahım ne biçim sorular bu? Sanki ülkemdeki tüm evlilikler aslında bitecekte kadınlar tarafından toplum, ekonomi, çevre baskısı nedeniyle zorunlu sürdürülüyor. Her soruda alttan “hadi korkma cesaret etsen bırakıp kocanı kaçacaksın demi” psikolojisi. Tvdeki dizilerden çokça etkilenmiş sanırım bu akademisyenler. Ya da sanırım tam tersi dizilerden çokça etkilensin diye yazılan senaryoların toplumu ne kadar etkileyebilmiş olduğunun başarı ölçümü.
Tamam, yani bizim toplumun erkekleri özellikle de muhafazakâr kesimde öyle romantik filmlerden kopmuş gelmiş Romeo değiller ama sırf çocuk, toplumsal kaygılarla da ömür boyu çekmek zorunda kalacağımız kadar da değil yani. Hoş her ne kadar iki gündür gecikmeli de olsa sevgili kocamın doğum günüm için gecikme bahaneleriyle bana göndereceği çiçeği bekliyor olsam da hala.  
Boşayayım mı yani şimdi doğum günümü henüz 3 yıllık evli olmamıza rağmen ben hatırlatmadan hatırlamaması, üstelik hatırlatmama rağmen bir çiçeği üç gün boyunca çiçek sepetinden sipariş verip gönderme becerisi dahi gösteremediği için. Bilemiyorum beklide haklılar yıllarca biz bu adamların fakirlik dönemlerini, maçoluklarını “kocamızdır, çocuğumuzun babasıdır” diye çekelim kırkı geçince de düzelince ekonomileri bulsunlar yirmilik hatunu zenginliğin sefasıyla değme Romeolara taş çıkarsınlar romantizm de.

Gerçi ben klasik türk kadını gibi benim kocam yapmaz böyle bir şey diyenlerdenim. Ama malum şu sıralar muhafazakâr kesimi laboratuar hayvanı gibi incelemeye alan malum medya Başakşehirdeki kinci evliliklere takmış durumda. Adam dindarsa iki ev geçindirmeye de gücü varsa kesin vardır bir dalaveresi gizli kapaklı hatunu naraları gazete sütunlarında dolaşıyor. Üstüne de bu anketin agudik gubidik soruları gelince ne oluyoruz erkeklerden bu iş kadınlara mı geçti dedim? Artık şimdide kadınlar mı bırakıp ikinciyi bulacaklar? Soruya bakın mesela. “Kadınlar da erkekler kadar cinsel özgürlüğe sahip olmalıdırlar.”Ben mi anlayamadım diyorum yani bu ne demek şimdi? Erkeklerin ne zaman böyle bir özgürlüğü oldu da şimdi kadına verme sırası geldi. Gel de buna şimdi birden beşe kadar puan ver. Ya Rabbi fesuphanallah…
Neyse yazımın sonuna doğru gelmişken arayıp sevgili kocamı sen misin doğum günü mü es geçen bloğuma yazayım seni görürsün dedim ama tam telefonu kapatırken çiçek geldi ama olsun iki gün gecikmenin cezası da olsun bu kadar.

2 Mart 2011 Çarşamba

MERHABA WORLD

 Bugünde çenem düştü diyeceğim ama konuşmaktan ziyade yazıyorum, bu duruma nasıl bir deyim bulunur acaba “elim düştü” gibi. Henüz bir bloğum olalı bir ay bile olmadı ve ben en üretken günümde aldım elime kalemi tıkır tıkır pc de yazıyorum. Tam da bloğumu açıpta yazılarımı ekleyeceğim. O da ne? Yasakçı zihniyet şimdide bloglarımıza takmış. Vay efendim neymiş iki blog izinsiz maç yayınlamış hoppala bütün bloglar kapatıla.
Kuzucum hep senin için daha özgür ve yasaksız bir ülkeydi hayalim ama sanırım bu baharda özgürlük için daha erken. Şimdi bir blogger kapatımından bu kadar olumsuzluk umutsuzluk da neyin nesi diyeceksin ama deme. Bak ortadoğuya özgürlük beklerken yaşasın krallar devrildi derken ABD yine çıkarma yapmış. Yakında Libya halkı Kaddafi’nin, Tunus halkı Zeynelabidin’in kabirlerine Saddam gibi çaput bağlayıp mum yakarak medet bekler olacak gibi. İnşallah olmaz da Rabbim senin gibi küçük bebeklerin masum çocukların yüzü suyu hürmetine korur Müslüman kardeşlerimizi. Dua et kuzucum. Senin süt kokan günahsız, gülünce tomurcuk çiçek açmış gibi süzülen küçük pembe dudakların dua etsinde Rabbim korusun kardeşlerimizi.

İSTANBUL’DA YOL HALİ

Yorucu bir hastane yatışından sonra ilk iş günüm bugün. Bu soğuk, kasvetli yere varışım da hiç kolay olmadı. Zira son kalan paramı eve gelecek yardımcıya bırakıp nasılsa servisle gideceğim işe diye parasız çıkınca evden… Yaşlı ve huysuz servis şoförüyle  umursamaz iş arkadaşlarım birleşince klasik Necla İstanbul Yollarında Sürünür Sendromu yaşandı bugün. Birde on kuruş yüzünden binemeyince tramvaya aceleyle parasız ricayla bindiğim belediye otobüsü de meğer ters yöne gitmiyor muymuş? (Zaten oldum olası İstanbul’da şu Topkapı’yı öğrenemedim gitti.)Aksaray’a gider iken buldum kendimi Merter’de.
Metroda sağda soldaki gazete manşetlerine göz atmaya çalışırken kaderin cilvesi işte diyorum. Merhum Erbakan Hoca hesaplanmış gibi (zaten hesaplanıyor tabi) 27 Şubatta vefatı ve benim doğum günümde başıma gelenler. Bu dünyaya ait değilsin kızım bunu anlatıyor sana Rahman. İlla da parmağını gözüne sokarcasına birileri kovacakta seni öylemi oturacaksın evinde. Birileri çek git dememeli illa, sen kitaplarına dön, seminerlerine konferanslarına. Hiç olmadı küçük kuzucuğun saçlarını okşa o mışıl mışıl uyurken.
Kuzucuk hasta hasta bıraktım ya seni kreşe. Ama sen annecim arkadaşlarını çok özlemişsindir, evde de sıkılıyorsun zaten, onlarda seni çok özlemiş oyun oynamak için seni bekliyorlarmış(!) palavralarıyla. Şimdi annen her şeyi hak ediyor bence de. Uykusuz ve yolda yediği soğuğun etkisiyle titremeyle bir de çalışıyor ki sorma bütün işi bitti zaten J

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

Doğum ve ölüm çözümleyemediğim yorucu ve uzun bir yolun başlangıç ve bitişi. Yol halinin devreleri biri diğerinin bitimi yani. Yok olmak, yokluk yok ya zira evrende süregelen bir varlığın değişim güzergahlarının sancılı başlangıçları her ikisi de.
Bugün aynı zamanda Rahmetli Erbakan’ın ölümününse 3. günü henüz. Ahiret hayatında doğum günü. Dünyaya gelirken (herkes aynı oranlarda şanslı olmasa da ) güler yüzüyle şefkat ve sevgi dolu kalbiyle sarıp sarmalayacak anne babalarımız olmayacak orda. Her şeyin hesabını kitabını verme zamanı, mahsul zamanı dünya hayatının iyi ve kötülükleriyle.
Rabbim hesabını kolaylaştırsın hocam. Rahmetini üzerinden esirgemesin. Zira “O” en merhametli en adil “O”landır.