14 Mart 2011 Pazartesi

İstanbul’da beklenen kar

İstanbul’a kar yağıyor usul usul. Önce bir savuruyor her yeri örteceksine biraz sonra durulup izlemeye başlıyor insanlardaki telaşı. Etrafımdaki herkes dualar ediyor Allahım şu kar artsında beyazlara bürünsün her yer diye.
Karı da yağmuru da evde pencereden izlerken seviyorum ben çalışırken işte değil. İstanbul’da geçirdiğim ilk kışta kar nedeniyle kayıp kolumu kırmamın etkisi var mı bu düşüncemde bilemiyorum. Tabi birde kartopu oynamadaki beceriksizliğim de olabilir. Ama bu sefer seninle kartopu oynamayı bende bekliyorum dört gözle.
 Geçen yıl babacık askerdeyken yağmıştı kar Kuzucuk sen hastaydın, hastane çıkışı arabaya binene kadarki 2–3 metrelik mesafede karı fark etmiş heyecanla çığlıklar atıp tutmaya çalışmıştın. Ne zor günlerdi bizim için, dedecik varken pek bir mutluydun ama birer birer gidince anneanne, dayı, dede. Üstüne de kuralcı otoriter yaşlı bakıcı. Hiçbir şey geri getirmeyecek senin o en çok sevgiye ve şefkate muhtaç olduğun zamanları. Hiçbir şey henüz 6-7 aylık küçük bir bebekken bile “anne del, anne del” diye telefonda ağlayarak beni çağırışlarını.
Modern dünyanın çıkmazları bunlar annecim. Yıllarca okuyup büyük adam olarak dahi çocuklar yetiştireceğiz diye çalışır, sonrada bebeklerimizi cahil insanlara teslim ederiz. Para kazanmak için durmadan çalışır, kuzucuklarımızı komünist rejim gibi anaokullarına, kreşlere bırakır; sonrasında da bozulan beden ve ruh  sistemini düzeltmek için kazandığımız paranın da fazlasını harcarız. Bir de ekleriz her lafımızın ardına. Bu devrin çocuklarında var bir acayiplik saygı bilmezler söz dinlemezler diye. Bu devrin çocukları çok şanslısınız ne de olsa. Ne isteseniz alınır, bizim gibi abladan kalma eski önlükler eski kıyafetlere büyümüyorsunuz siz. Yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda ya. En pahalı en iyi hastaneler emrinizde.
Benim çocuğum değil de benim kardeşim olarak gelseydin dünyaya keşke. Teyze, dayı, hala, amca, dede, nine bunlar senin için bayramdan bayrama duyacağın sadece telefonlarda anımsayacağın kavramlar olmasaydı keşke. Hiç tanımadığın asık suratlı bakıcılar, kimsesizler yurdu gibi kreşlerde değil de özgür sokaklarımızda oynayarak büyütebilseydim seni keşke annem. Açlığını, susuzluğunu, uykunu her şeyini ağlamadan yüz ifadenden hemen anlayıp o ilk zamanlardaki gibi anne gibi karşılayabilseydim keşke. Şimdi istediğin her şey için çığlıklar atmaz zorundasın. Kızmıyorum sana annecim, biliyorum nedenini. Bildiğim için uzun uzun anlatıyorum sana “anladın mı annem” diyorum , “annadım anne “ diyorsun.
 Tam bir oyun kedisi oldun bu aralar. Sürekli bir yerlere tırmanma bir yerlerden atlama. Her defasında da annenin ellerinden güç bularak “hop” yapıyorsun kucağıma. Geçti o kara ve soğuk günler pıtırcığım. Ben geçti sanıyorum galiba uykuya dalışlarını zorlaştırması, uyumaktan korkman hariç sende geçti diyodun bana oyunlarınla, kahkahalarınla. Ama dün gece neden uyumuyorsun kızım dediğimde “anne baba ditti” diye ağlayınca birkaç kış birkaç bahar daha geçmesi gerekmiş sanırım o kara kışı unutmaya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder